FİL YAVRULARI
Hindistan’da yaşayan, irfan sahibi bilge bir kişi vardı. Uzak diyarlardan gelen birkaç dostunu gördü. Perişanlığı, açlığı ve yol yorgunluğu her hallerinden belli oluyordu. Bu ârif zat onlara acıdı. Başına gelebilecek tehlikeler konusunda uyarma ihtiyacı hissetti. Güzelce selâm verdikten sonra, tebessümle nasihatlerini sıraladı:
”Görüyorum son derece aç ve perişan bir haldesiniz. Kerbelâ çölünde kalmış gibisiniz. Birçok hastalıkla, dertlerle uğraşmışsınız. Sıkıntılar çekmişsiniz. Sizler benim dostlarımsınız. Tavsiyelerime uymanız bundan sonraki yolculuğunuz için çok önemli. Karşınıza filler çıkacak. Onların çok körpe ve semiz yavruları var.
Açlığınızı gidermek için, sakın fil yavrularını avlayıp lezzetli etlerinden yemeyin. Onları avlamak kolay ve çekici olabilir. Fakat, annelerinin pusuda olduğunu unutmayın. Eğer yavrusuna bir şey olursa, anne fil yavrusu için kilometrelerce yol yürür.
Ağlayıp inleyerek yavrusunu arar. Bu sırada kızgınlıktan hortumundan ateş ve duman çıkarır.”
Seyahat eden dostlarına nasihat veren ârif zat, fillerin bir başka özelliğini de şöyle açıklardı. ”Yavrusuna çok düşkün olan filler, koklayarak onu hangi ağızın yediğini, hangi midede bulunduğunu tesbit eder. Anında cezasını verir” diyerek sözlerine devam etti. ”Kesinlikle hırs ve aç gözlülükle hareket etmeyin. Yiyecek arzunuz, geleceğinizi karartmasın. Bu öğütlerimi dinlerseniz, başınız belâdan uzak olur. Kalbiniz ve ruhunuz sıkıntıya düşmez. Sonradan pişman olmamanız için ben görevimi yaparak sizi uyardım. Şimdi hepinize Allah, hayırlı yolculuklar nasip etsin. Selâmetle gidin” diyerek vedalaştı. Bu yolcuların yolda yiyecekleri bitti.
Kıtlığa düşüp dayanılmaz derecede acıktılar. Açlığın verdiği ıstırapla yol alırken, karşılarına yeni doğmuş, semiz ve iştah açan bir fil yavrusu çıktı. İçlerinden Ebû Abdullah hariç, diğerleri aç kurtlar gibi fil yavrusunun başına üşü ştüler. Ebû Abdullah, ikaz etmeye çalıştı.
Ârif zatın söylediklerini hatırlattı. Fakat kimseye dinletemedi. Fil yavrusunu kestikten sonra, güzelce kebap yapıp yediler. Ellerini y ı kayıp uzandılar. Günlerdir açlıktan sonra, karınlarını doyurmanın rehavetiyle uykuya daldılar. Bütün ısrarlara rağmen, ârif zatın öğüdünü dinleyerek fil yavrusunun etinden yemeyen Ebû Abdullah’ı uyku tutmadı. Açlıktan sürüyü bekleyen çoban gibi oturuyordu. Bir zaman sonra, kızgın filin geldiğini gören Ebû Abdullah korkudan yerinden kıpırdayamadı.
Yanına gelen fil, önce onun ağzını üç kere kokladı. Ecel terleri döküp titremekte olan Ebû Abdullah’ın etrafında birkaç tur attı. Onu incitmeden, uyumakta olan diğerlerinin yanına gitti. Ağızlarını tek tek kokladı. Onların ağzından yavrusunun kokusu geliyordu. Her birini hortumuyla yukarı kaldırıp şiddetle yere vurdu. Adamları paramparça etti. Bu hikâyede anne filden maksat, peygamberler ve evliyalardır. Fil yavrularından maksat ümmet-i Muhammed’dir. Sâlih müminlerdir.
Müminlere zulmetmek, rüşvet vermeye zorlamak, gıybetini yapmak enbiya ve evliyanın intikamına sebep olur. Ey gafil insan! Fil yavrusunu kebap edip yiyen kişiler gibi sen de Allah’ın kullarının gıybetini yaparak etini yiyorsun. Onlar yokken kötülüklerini söylüyor, günaha giriyorsun. Aklınızı başınıza alınız, ağzınızı koklayan Allah’tır. Ağzı temiz olanlardan başkası canını kurtaramaz.