Sahabeleri Tanıyalım

Ebu Dücane(ra)

EBÛ DÜCANE SİMAK BİN HARESE ( R.A )

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ye tuzağı zayıftır.” Nisa :76

Bakmaz mısın, şu derin hayat vadisinde, sapık ve şaşkın gözlerden uzak bir şekilde, yepyeni alemler müjdeleyerek ufukların ötesinden parlayan nura…..

Bu çarpan kalbin çırpınışlarını dinlemek istemez misin..?

Büyük neyi ile ölümsüz nağmeler terennüm edip duran yüreğin atışlarına kulak vermez misin..?

Şu Hiradan yükselip gelen, olmuşları, olanları ve olacak olanları bir bir haber veren sesi dinlemez misin!?

İşte o, ilahî sestir. Onu, alemlerin efendisi olarak gönderilmiş olan kişi seslendirmektedir. Hakikatleri örten örtüleri yakıp, gönüllerin derinliklerine nüfuz edecek şekilde… Dalga dalga yankılanan o kutlu ses, nihayet Medine ehlinden kendisini koruyacak gönüllere kavuşmuştur…

Ve sen kulak vermez misin o sese, ey insanların kalbine korku salan, heybeti ile çölün bahadırlarına boyun eğdiren süvari..! Hakikatin özünü haykıran, gönüllere deva dağıtan o sesi dinlemez misin…!? Dahası, ey korkulu suvâri, daha önce şu kainatın yaratılış gayesini, tüm bu olanların sonunda nereye varacağını bir düşünmez misin…? Sen niçin yaratıldın, nereye gidiyorsun!? Düşün, düşündükçe, içinde ezeli hakikat nehirleri çağıldayacak ve kana kana içmek için hakikat kaynağına koşacaksın… Çünkü sen nice zamandır susuz duruyor ve kana kana sulanmaya muhtaç bir haldesin!..

Ve sonunda koştu heybetli süvari. Hazrecli Ebû Dücâne.. ölümsüzlük kaynağından kana kana içmeye başladı… Coşuncaya ve taşıncaya kadar içti. Nihayet dünya O’nun keskin kılıcına boyun eğdi. Ve ölümsüzlük sahifelerine unutulmaz tablolar çizdi..

Ebû Ducâne Simâk bin Harese sağlam bir imanla iman etti. Peygamberler serveri, O’nun bu halini sezdi ve O’nu ashabının öncülerinin arasına koydu… Fakat bu durumlar Ebû Dücane’yi ne gururlandırdı, ne de kibirlendirdi..!

O, hep mütevazı müminlerin arasında bulundu. Yalnızca Allah için tevazu kanatlarını takındı. O’nun ruhunun tüm hücrelerini Allah korkusu ve Allah Rızası kuşatmış, O’nu saf, huzurlu ve kararlı bir gönüle çevirmişti, işte böylece Hazreçli korkulu süvarinin adı arab vadi ve çöllerinde gürlemeye başlamıştı.!

Zaman durdukça sürekli dalgalanacak olan sancak göndere çekildi… Ölümsüz Hakkın sancağı… Hiç inmeyecek bir biçimde dalgalanmaya başladı…

Saf saf ordular hazırlandı. Ortasında ise Ebû Dücane vardı. Başında ölüm sarığı olan, al sarık sarılı olduğu halde.!

O, yakmayan harikulade bir şule, durup dinmek bilmeyen bir yıldırıma dönmüştü..! Artık yerin çocuklarından, Kureyş’in hayatta kalanlarından hiçbiri önünde tutunamıyor kaçıyordu… Çünkü onlar o gün, ölümsüz hikmetleri unutanlardı…

O ise, coşup taşıncaya dek ölümsüz pınarlardan içmişti kana kana… O’nun coşkunluğu karşısında, dünya ve O’nun kulları boyun eğmek zorunda kalıyordu…

İşte, Hazrecli süvarinin Bedir’de çizdiği eşsiz tablo hâla gözler önünde asılı durmakta..!

Allah Rasülü’nün sancağı yükselmiş dalgalanıyordu. Allah Rasülü (s.a.a) ise, elinde bir kılıç safların arasında şöyle diyordu:

-“Şu kılıcın hakkını vermek üzere kim alır benden…?”

Müslüman süvariler kalkıp O’na doğru koşuştular… O ise onların hiçbirine vermedi.. Derken sordular:

-“Onun hakkı nedir, ya Rasulallah?”

Allah Rasülü cevap verdi:

-“Eğilinceye kadar, onunla vuruşmaktır!”

Bu sefer oradakiler, seri durup çekildiler.. O sırada Ebû Dücâne doğrulup şöyle dedi:

-“O’nun hakkını vermek üzere ben alırım, ya Rasulallah…”

Ve Allah Rasülû kılıcı ona uzattı.

O esnada Hazrecli süvari, al sarığını çıkarıp sarındı.

Onu bu halde gören ensar şöyle bağrıştılar:

-“Ebû Dücâne ölüm sarığını sarındı..!”

Gerçektende o al sarığını sarındığı vakit onların dediği gibi olur, ölüm saçardı…

Çok geçmeden iki ordu karşı karşıya gelmiş, kılıçlar şakırdamaya başlamıştı bile… Varlığın telleri, gönlünün ta derinliklerinden yükselip gelen şu sözlerle sarsılıyordu:

-“Ben dostumla, hurmalıktan yanındaki dağ eteğinde hiç bir zaman safların gerisinde kalmamak özere andlaşmışımdır. Artık Allah ve Rasülünün kılıcı ile vuruşurum ben..!”

Ebû Dücâne kılıçların ortasında bunları terennüm ederken, Müslümanlar onu dinliyorlar, kâfirler ise ürkmüş yaban eşekleri gibi etrafından kaçışıyorlardı.. Kureyş bahadırlarını ayakları altında çiğnemeye başlamıştı Ebû Dücane. Düşman ordusunu yararak ilerliyor, önüne geleni yıkıyordu. Gide gide kefereden birine daha rastlamıştı. Hemen üzerine vardı. Derken bir velvele koptu. Bir de baktı ki o bir kadın! [1] Onu öldürmedi Hazrecli süvari… Çünkü, O elindeki Allah Rasülü (s.a.a.) in kılıcıydı ve bir kadını öldürmekten daha şerefliydi..

Allah Rasülü’nün şerefli sancağı yine gönderdeydi.

Düşmanın korkulu görünüşü karşısında müslümanlar kaçışmaya başladılar. Allah’ın koruduğu bir kaç kişi müstesnaydı, Ebû Dücâne ise, o yerlerinde sebat edenlerin öncüleri arasındaydı… Küfür alayları bölük bölük gelirken O ve Abdümenaf’ın süvarisi yiğitlerin şahı Hz. Ali onlara karşı duruyorlardı… Onlardan çoğunun işini bitirmişlerdi.. Fakat işin sonunda Kureyşliler dört bir yandan Allah Rasülü’nü ok yağmuruna tutmuşlardı.. O sırada Ebû Dücâne Peygamberin yanına koşup vücudunu O’na kalkan yapmıştı. Oklar ve mızraklar sırtına saplanıyor, O ise Peygambere abanmış bir halde elem ve acıların hiç birini duymuyordu. Ve o sırada O, Allah Rasülü’ne ölüm bey’ati yapmıştı… Canını başını O’nun uğruna feda ediyordu.. Tarihin ölümsüz sahifelerine geçecek şu cümleleri söyleyerek:

-“Canım canın uğruna, gözüm gözün uğruna feda olsun ve red olunmayan feyz dolu selamla sana selâm olsun… Ya Rasulullah…”

Bu ruh karşısında Kureyşli nice kâfir dehşete kapıldı. Hz. Muhammed (s.a.a.)’in aşk medresesinde yetişmiş olan sahabe ruhu karşısında hiç de küçümsenmeyecek musibetlerin içerisinde kendini gösteren bir ruhtu bu. Hayata hiç göz dikmeyen, ölümü arzulayan bir ruh. Zira O, onların en büyük emel ve en yüce gayeleriydi…

Ötekiler ise hakkı inkar eden kâfirlerdi… Çağlar boyu ölümsüz hikmetleri unutan kâfirlerdi onlar…

Önlerinde Ebû Dücane’nin bulunduğu Ashâb ise, coşup taşıncaya kadar ölümsüz pınarlardan kana kana içmiş kimselerdi… Dünya ve dünya kulları boyun eğmişti onların bu çağlayışları karşısında…

İşte tüm bu tablolar da, Hazrecli süvarinin Uhud dağlarında çizdiği ölümsüz sayfalardı…

Daha bundan sonra Hazrecli süvari, nice eşsiz tablolar çizecekti!? Eşsiz ve ölümsüz tablolar onu bekliyordu hep Allah Rasulü’nün bulunduğu hiç bir karşılaşmadan geri kalmadı Ebû Dücâne… Hepsinin önde gelen süvarilerinden biriydi o… Nihayet Allah Rasülü (s.a.a.) Rabbinin katındaki yüce makama kavuştu. Ama Ebû Dücâne’den tam anlamı ile hoşnut ve razı olarak…

Ondan sonra hilâfet Ebû Bekir’e geçti.. Beni Hanife başta olmak üzere arablar imdat ettiler. İslâm ordusu onların üzerine yürüdü. Yeryüzü ceset ve organlarla dopdolu olmuştu. Ebû Dücâne de arslanlar gibi vuruşuyordu. Hayalindeki o Büyük Önderle (s.a.a) beraber geçirdiği çağı düşünerek… O Büyük Önder geçip gitmişti. Artık O’nunla, vadedilen havzun başında buluşulabilecekti..!

Ebû Dücâne sadakat ve fedakârlık örneği sergileyerek en güzel bir imtihan veriyordu… Mürtedler, birbirlerine kenetlenmiş yalçın dağlar gibi saldırıyordu. Her şeyleri ile etrafa korku salıyorlardı… Fakat tüm bunların hiçbiri O’nun engin sabrını eksiltmiyordu..!

Sonunda müşrikler bir bahçeye varıp sığındılar. Müslüman cengaverler ise kahramanca üzerlerine atıldılar… Onların ilk atılanı ise yine Ebû Dücâne idi! Müslümanlar girmeye kadir oluncaya dek vuruştu Ebû Dücâne. O sırada ayağı kırıldı. Fakat o, savaşa devam etti… Dalgalanan sancağın altına şehid düşünceye kadar vuruştu, ağır yaralar aldı. Ve müslümanların zaferini gözleriyle görüp ruhunu teslim etti…

İşte, bu da Onun son kahramanlık tarihindeki ölümsüz tablosu olmuştu…!

Ama dahası var ey kuvvet kaynağı ve ey Hazrecli süvari. Şehadetinle iş bitmedi. Aksine zaman durdukça tekrarlanacak eşsiz hatıralar bıraktın bizlere ve bizden sonrakilere… Evet O, kanıncaya kadar ölümsüzlük pınarlarından içmişti. Nihayet dünya ve O’nun köleleri de, O’nun coşkun akışı karşısında O’na boyun eğmişti…!
——————————————————————————–
[1] Bu kefere Ebu Süfyan’ın karısı Hind’di.. Ebû Dücane her önüne geleni Resulullah’ın (s.a.a) kılıcıyla tek vuruşta yere yıkarak düşman saflarını yara yara ilerliyordu.. Farkında olmadan orduyu ikiye yarmış ve kadınlar kısmına kadar ilerlemişti. Ciğer yiyen şeytan Hind de tam nasibini alacakken vaveylasıyla maalesef Ebû Dücane’yi uyandırmıştı. Resulullah’ın kılıcını kadın kanıyla kirletmekten çekinen cengaver Ebu Dücane geri dönüp bu defa arkadan orduyu yarmaya devam etti.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu