Hz. Nuh (a.s)
Hz. İdris göğe çekilmeden önce halkı aydınlatmaları için ümmetinden bazı din alimlerini görevlendirmişti. Bu alimler, Arap yarımadasının farklı yörelerindeki insanlara doğru yolu göstermek için, ellerinden gelen gayreti gösteriyorlardı. Güzel ahlakları ve tatlı sohbetleri sebebiyle, halk tarafından, sevilen ve sayılan bu alimler, vefat ettikten sonra, insanlar onları hayırla anmak ve hatıralarını yaşatmak için heykellerini yapmaya karar verdiler. Bunun üzerine Vedd. Suva, Yegüs, Yeük, Nesr adlı bu çok kıymetli kişilerin heykelleri yapıldı.
Daha önce iman edenler, farz ibadetlerini yapıyor. bunun yanı sıra bu heykellerin etrafında, toplanıyor, onların nasihatlerini hatırlıyor ve gösterdikleri doğru yoldan ayrılmamaya çalışıyorlardı. Önceleri iyi niyetle yapılan bu hareketler, ileri ki zamanlarda, yanlış sonuçlar vermeye başladı. Çünkü bu heykellerin dikiliş gayesini hatırlamayan, bilmeyen insanlar, zamanla bunlara tapmaya başladı. Yeryüzünde Yüce Allah’ı terk edip puta tapınma adeti de böylece başlamış oluyordu. Artık insanlar Allah’a ibadetten uzaklaşıp, kendi elleriyle yaptıkları, tahtadan, tunçtan, çamurdan heykellere tapıyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Nuh’u kırk yaşındayken peygamberlikle görevlendirdi. Hz. Nuh Mezopotamya’da bugünkü Küfe şehrinin bulunduğu yerde yaşıyordu. Hz. İdris’in torunuydu. Peygamberlik görevini alınca önce halkı tek tek gizliden gizliye davete başladı. Belli bir müddet sonra ise davetini açıktan açığa yapmaya başladı.
– Ey kavmim Allah’a ibadet edin. Ondan başka ilahınız yoktur. İyi yürekli, temiz ve güzel ahlaklı olanlar, bu davete evet demişlerdi. Bunların çoğunluğunu yoksul kimseler oluşturuyordu.
Zengin kibirli zalim kötü huylu kimseler ise putperestlikte ısrar ediyor, üstelik, Nuh Aleyhisselam’a
ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. Onlar Hz. Nuh’u dinlememek için, kulaklarını tıkıyor, yüzünü
görmemek içinde elbiseleriyle başlarını örtüyorlardı. Putperestler, Hz. Nuh’a inananların azda olsa artmaya başladığını görünce bu gidişe engel olmak için, müminlerle alay etmeye onları küçük düşürücü, kötü davranışlarda bulunmaya başladılar. Halbuki Hz. Nuh ve müminler onların kötü davranışlarını sabırla karşılıyorlardı.
– Ben size, gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.
Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Yoksa sizi mahvedecek günün azabından korkuyorum.
Putperestler ise ona şöyle karşılık veriyorlardı:
– Ey Nuh sen peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Halbuki sende bizim gibi bir insansın. Bir insan nasıl peygamber olur. Üstelik senin yanında olanlar, aşağı tabakadan, fakir ve yoksul insanlar. Eğer davanda haklı olsa idin, bizim gibi akıllı ve zengin insanlarda, sana tabi olurdu. Senin bizden ne gibi üstün bir tarafın var ki sana uyalım.
– Benden önce gelen peygamberler, birer insan olduğu gibi, bende bir insanım.
Çünkü insanlara ancak benim gibi bir insan kılavuzluk yapabilir. Bana inanan kimselerin, fakir olmaları davamın doğruluğunu gölgeleyemez. Yüce Allah insanların soyuna sopuna, zenginliğine fakirliğine bakmaz. Allah insanların dindarlığına kalbindeki Allah korkusuna bakar.
Putperestler; Hz. Nuh’un servet sahibi olmak niyetiyle, böyle davrandığını iddia ettikleri zaman, onlara: “Ben Allah’ın bana verdiği görev karşılığında hiç bir maddi menfaat beklemiyorum. Benim tüm çabam, sizin Dünya ve Ahiret mutluluğunuz içindir” diye cevap veriyordu.
Hz. Nuh’a inanmayan putperestler, başvurdukları • bütün metotların, sonuçsuz kaldığını görünce, sinsi taktiklere başvurmayı denediler.- Ey Nuh sen yanındaki fakirleri yanından kov ve uzaklaştır ki bizler sana itaat edelim. Çünkü biz onlarla bir araya gelemeyiz.
Ancak Hz. Nuh onların bu teklifini geri çevirdi.
– Ben onları asla kovamam. Yüce Allah’a inanan herkes birbirinin kardeşidir. Şunu iyi biliniz ki, sizlerin hepinizi şu halinizle, onların bir tekine bile tercih etmem. Yoksa Yüce Allah’ın azabından beni kim kurtarır.
Bu sözler üzerine putperestler iyice kızdılar. Hatta Hz. Nuh’u tehdit ettiler.
– Eğer davandan vazgeçmezsen, seni asla yaşatmayız.
Sinsi planlarının başarısızlıkla sonuçlandığını gören putperestler, müminlere işkence ve zulme başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah ceza olarak onlara 40 sene yağmur yağdırmadı. Bu yüzden bütün malları bağları bahçeleri, hayvanları telef oldu. Can derdine düşüp
müminlerle uğraşmaz oldular.
Hz. Nuh putperestlerin, bütün bu olanlardan bir ders alıp belki bundan sonra yola gelebileceklerini düşündü. Ve bu nedenle onları yeniden Allah yoluna davet etti.
– Ey kavmim, başınıza gelen bütün bu belalar, işlediğiniz günahlar ve kusurlar yüzündendir. Allah’a
ibadeti terk edip, putlara tapmakla, Yüce Allah’ı gazaplandırdınız.
Eğer daha büyük belalara uğramak istemiyorsanız, hepimizi yaratan Yüce Allah’a imän ediniz.
Bütün bu olanlardan ders alıp imana gelecekleri yerde, iyice kuduran putperestler, çok ağır konuşmaya başladılar.
– Yeter artık sabrımızı taşırıyorsun. Bizi tehdit edip duruyorsun. Eğer söylediklerin doğru ise, getir şu belaları yagdırda görelim.
– Ey kavmim azabı ben değil, bütün alemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah verir. Başınıza bir felaket geldiğinde, kurtulmak için neyinize güveniyorsunuz? Kaçıp kurtulacak yeriniz var mı?
Kaçacağınız her yer Allah’ın mülküdür. Eğer Allah azabın gelmesine hükmettiyse, bilin ki ondan kurtuluşunuz olmaz. Hiç bir kuvvet o azabı geri çeviremez.
Hz. Nuh tam 950 yıl kavmi için çırpınıp onların Allah’a iman etmesi için çabalayıp durmuştu. Artık yapabilecek fazla bir şey yoktu. Azabı kendileri istemişti.
– Ya Rabbi yıllardır onları doğru yola davet ettim. Ama beni hiç dinlemediler. beni dinlememek için „ kulaklarını tıkadılar. Fakirleri küçük görüp büyüklük taslayan bu zalim topluluğa yenik düştüm. Aramızdaki hükmü sen ver. Eğer onları sağ bırakırsan puta tapmaya devam edecekleri gibi sana inananları da yoldan çıkaracaklar.
müminleri sen koru ve onlara merhamet et.
Hz. Nuh’un duası üzerine Yüce Allah ona, şöyle buyurdu.
– Ey Nuh, sana vahyedeceğimiz, şekilde bir gemi yap. Sonra yer ile gök birbirine karışıp, zalimler heläk olurken, sakın onlara acıyıp benden bir istekte bulunma. Çünkü onlar bu azabı hakettiler.
Hz. Nuh, Yüce Allah’ın yardımı ile büyük bir geminin yapımına başladı. Geminin nasıl yapılacağı Cebrail Aleyhisseläm tarafından tarif ediliyordu. Hz. Nuh ve müminlerde o tarife göre hareket ediyorlardı. Onları gören putperestlerde alay etmekten geri kalmıyorlardı.
– Ey Nuh. Ne o yoksa peygamberliği bırakıp da marangozluğu mu seçtin?
Günler aylar böyle geçtikten sonra gemi bitmek üzereydi. Yüce Allah, Hz. Nuh’a: Geminin bitiminden sonra, büyük bir tufanın başlayacağını haber vermişti. Ayrıca iman edenlerle, ailelerini ve birde her hayvandan bir çiftin gemiye alınmasını emretmişti. Bütün hazırlıklar bitince müminler, “Bismillah” diyerek gemiye bindiler. Hayvanlarda gemiye yüklenmişti. Kısa sürmedi ki tufanın belirtileri görülmeye başladı. Hz. Nuh’un karısı ile bir oğlu kafirlerle birlik olup gemiye binmemişti. Nuh Aleyhisselam babalık ve peygamberlik şefkati ile belki son anda imana gelirler düşüncesiyle, oğluna seslendi.
– Ey oğulcağızım. Gel bizimle beraber ol. Kafirlerle birlik olma. Bu sırada gökyüzünü kaplayan kara kara bulutlardan bardaklardan boşalırcasına dökülen yağmurlar ile yerlerden kabarıp fışkıran sular birleşerek, önce derecikler, sonrada kocaman nehirler meydana getiriyordu. Nehirlerinde birleşmesiyle oluşan gölcükler ve göllerde gittikçe yükseliyor korkunç bir hızla her tarafı kaplıyordu.
Hz. Nuh’un oğlu babasının teklifini reddedip küfründe ısrar ediyor, bu olayların her zaman olduğu gibi meydana gelen normal mevsim yağışlarından biri gibi görüyordu.
fırtınalar, koca koca dalgalar oluşturuyor, bu dev dalgalarda kafirleri bir bir yutuyordu. Bütün bunlara rağmen onlar hala iman etmiyor, dağlara yüksek yerlere çıkarak bu tufandan, kurtulabileceklerini sanıyorlardı. Bu sırada Hz. Nuh’un oğlu da, dalgalardan kurtulmak için, hızla dağa doğru tırmanıyordu. Kafirlerin çoğu boğulup gitmişti.
Hz. Nuh’un oğluna yalvarışları yakarışları fayda etmemişti. Oğlu ile son bir defa göz göze geldikten sonra, dev bir dalga oğlunu alıp yutmuştu. O da diğer imansızlar gibi boğulup gitmişti.
Tevekkül içinde, ilahi adaleti izleyen müminler Nuh’un gemisinde, Hz. Nuh ile birlikte, günlerini hamd ve şükürler içinde geçiriyorlardı.
Gemi ise dağlar büyüklüğündeki dalgalar arasında bir fındık kabuğu gibi dalgalanıp duruyordu. Nihayet müminlerin sabrı sona ermişti. Yüce Allah’ın dilemesiyle yağmurlar durup yerden fışkıran sular çekilmeye başlamıştı. En yüksek dağları dahi kaplayan, azgın dalgalar, tek bir putperest bırakmadıktan sonra, gerisin geriye çekilmiş, dev dalgalar durulmuş, sular ise gittikçe alçalmaya başlamıştı.
Nuh’un gemisi, musul yakınlarında Cudi adındaki küçük bir dağın tepesine oturmuştu. Karalar iyice kuruyup, yaşamaya elverişli hale gelince, Hz. Nuh ile müminler, Yüce Allah’ın izniyle, 10 Muharrem günü gemiden indiler. Şükran borcu olarak oruç tuttular.
Gemideki yiyecek ve içeceklerden artan malzemeleri birbirine katarak, “AŞURE” adını verdikleri yeni bir yemek yaptılar.
Tufandan sonra, 60 yıl daha yaşayan Hz. Nuh 1050 sene yaşadıktan sonra,. vefat etmiştir. Her işinin başında “Bismillah’ sonunda ise “Elhamdülillah diyen, Hz. Nuh her zaman yüce Allah’a çok
şükrederdi. Bu yüzden Kuran-ı Kerim’de “Şekur” (Çok
şükür eden) sıfatıyla anılmıştır.
Yüce Allah daha sonra Hz. Nuh’un zürriyetini bereketlendirdi. Yeryüzüne yayılıp çoğaldılar. Bu
yüzden Hz. Nuh’a ikinci ADEM denmiştir.