KANIMIZ BİZİ NASIL KORUR?
Kan, içinde sayısız canlıların bulunduğu bir âlem gibidir. Kana yabancılar, düşmanlar, hainler giremez mi? Elbette girer. Nasıl ki her cemiyette kötüler, zararlılar var. Nasıl ki devletlerin de düşmanı bulunur. Bunun gibi, vücut şehrimizin de düşmanı vardır. Bunlara kısaca mikroplar diyoruz.
Devletlerde ordu, düşmana karşı kurulmuş bir teşkilattır. Vücudumuzun da ordusu var mı? Tabii. Sadece düşmana karşı çarpışan askerleri mevcuttur. Akyuvar dediğimiz hücreler, her biri birer asker gibi, vücudun hazır kuvvetidir.
Lenfosit adı verilen bazı akyuvarlar lenf düğümlerinde meydana getirilir. Öbürleri ise kemik iliğinde üretilirler.
Kemik ilikleri nasıl harika birer fabrika ki, böyle askerleri meydana getiriyor? Hangi akılla dışardan düşman gelebileceğini biliyorlar? Onları alt edebilecek, bir nevi silahlı kuvvetleri meydana getirmeyi nasıl düşünüyorlar? Akyuvar çıkartan, ilik dediğimiz bu tezgâhları kuran kim?
Derinin bir yerinde mikroplu yara meydana geldiği zaman, ilikler bundan haberdar olur. Ve daha fazla akyuvar çıkartırlar. Normal hallerde kanda 7000-10000 civarında akyuvar bulunur. Hastalık hâlinde bu sayı 30 bine kadar yükselir.[image width=”medium”]
[/image]Akyuvar sayısının ihtiyaca göre ayarlanması da hayret vericidir. Eğer devletimiz lüzumundan fazla asker beslese, gücü zayıflar, hâzinede para kalmaz. Bu sefer devlet çökmeye başlar. Tıpkı bunun gibi, kanda haddinden fazla akyuvar bulunursa, kan kanseri dediğimiz hastalık baş gösterir. Acaba vücut memleketimizdeki hangi devlet başkanı, asker sayısını hesaplayıp kontrol ediyor
Akyuvarlar, yaranın bulunduğu mikroplu yerde toplanırlar. Kendilerine göre bir deniz hükmündeki kan içinde düşman mikroplar bulurlar ve onlar yutarak yok ederler. Onları nasıl tanıyıp saldırıyorlar? Neden yanlışlıkla vücuttaki başka canlı hücrelere saldırmıyorlar. Bütün bu sorular karşısında Cenab-ı Hakk’ın varlığına, ilminin sınırsızlığına inanmaktan başka çare kalmıyor. Aksi takdirde kanımızda ki küçücük, akılsız, fikirsiz canlı hücreler âlemindeki bu acayip olayları nasıl izah edecektik?
Vücudumuzu bir mucize eser olarak yaratan Allah, eserleriyle kendisini bize tanıttığı gibi, elbette bizim keyfimize göre yaşamamızı istemez. O, adil, şefkatli ve ikram sahibidir. Bizim hain olmamıza, zayıfları ezme¬mize müsaade eder mi? Bizi yoktan insan yarattığı ve bunca nimetlerle beslediği hâlde, kendisine isyan etmemize izin verir mi? Bunun için bizim anlayacağımız dilden kitaplar ve bizim gibi yaşayan peygamberler göndermiş. Kitaplarıyla doğru ve yanlış yolu gösterirken, peygamberlerini de bize örnek kılmıştır.
Kanın terkibini tanzim eden ve mikroplara karşı ak-yuvarları kemik içinde üreten Zat-ı Zülcelal, içimizdeki bir başka düşmana da dikkat çekmektedir. O’nun elçisi, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadisinde mea- len şöyle buyuruyor:
— Şeytan, vücutta bir kan gibi dolaşır!
Bu öyle bir düşman ki, içimizde her an bizimledir. İnsanın en büyük düşmanlarından biri budur. Devamlı surette bizi kötülüğe ve günaha iter. Mücadele etmeyen bu düşmanın pek farkına varmaz. Çünkü onun akıntısına kapılıp, uçurumlara doğru sürüklenmektedir. Ne zaman ona karşı durur, hemen farkına varmaya başlar, içindeki düşman sezer.
Mesela, insan güzel ve çıplak bir kadına bakmak ister. Zevk, oltadaki yem gibidir. İnsanı kancaya taktırır. Ancak, harama bakmamaya çalışmakla bu düşma¬nı hisseder.
Her insanda hasetlik vardır. Hatta en yakın ve en mübarek bir kardeşin batmasını, zarar görmesini ister. Hele yakın arkadaş daha üstün olsa, daha kıymetli
meziyetleri bulunsa, bu düşman kendini iyice belli eder. Daha buna benzer çok misal var.
Ey, en gizli ve en dehşetli düşma¬nını tanıyan insan!
Allah’ın emrettiği yoldan çıkmaktan, nefsine uymaktan kork! Çünkü bu düşman seni ebedî hüsrana sevkediyor. İman zırhını giyin, Sünnet-i Seniye kalesine sığın! Allah’ı bilen ve tanıyan insan, günah işlemekten çekinir. İmanı nisbetinde takva sahibi olur, günahlardan arınır. Sünnet-i Seniye’ye ittiba et yani Peygamber Efendimizin yaptığını ve söylediğini devamlı sen de yap ve alışkanlık haline getir. Hayırlar birer alışkanlık ve âdet şekline sokulunca daha sürekli muhafaza edilir. Elbette bu geçici dünyada yorulacaksın, zahmetlerle karşılaşacaksın. Ama için rahat olacak. Çünkü ölüm bile sana çehresini değiştirecek. Kabir kapısı sonsuz saadete, elemsiz lezzetlere açılan nurani bir geçide çevrilecek. Kanındaki akyuvarı yaratıp, seni mikroplardan koruyan Allah, sana bunları vadediyor. Kanındaki ilim kadar bu hakikatlere inan….[image width=”medium”]
[/image]Hücrelerin ihtiyacını alyuvarlar taşır. Damarlar hücrelere yaklaşınca, o kadar küçülürler ki, alyuvarlar genellikle tek sıra olur. Hatta bazen, geçebilmek için çok acaip şekillere girerler.
Aklınıza karışıklık ve üst üste yığılmalar gelebilir. İstanbul’da, dar sokaklarda bulunan nakliyat ambarları trafiği alt üst ederlerdi. Amma alyuvarlar çok dakik hareket eder. Anında mallarını boşaltır, diğerlerine mani olmadan dönerler. Dönerlerken boş mu gelirler? Hayır. Onlarda boşa çalışmak yoktur. Hücrelerde isten¬meyen malları alır, vücudun böbrek ve akciğer gibi çıkış kapılarına taşırlar.
Alyuvarların hücrelerde boşalttıkları büyük yük oksijendir. Bunun yerine, hücre yakıtlarından arta kalan karbondioksit yerleştirilir.
Hücrelere teslim edilen mallar çok çeşitlidir. Her hücrenin ihtiyacı değişiktir. Kimisi:
— Bana kobalt lazım! der. İstediği mal derhâl verilir. Kimisi de:
— Vitamine ihtiyacım var! diye seslenir. Onunki de hemen tedarik edilir. Bazan:
— Yandım! Susuzum! diye bağırırlar.
Su da hazırdır, isteyene istediği kadar boşaltır. İstenen mallar arasında mineraller, hormonlar, glikozlar, yağlar, aminoasitler vesaireler de vardır.
Hücrelerin işine gelmeyen hiç bir madde kanda bulunmaz. İhtiyaç duydukları her cins madde de mevcuttur. Kanı her isteğe cevap verecek şekilde kim ayarlıyor? Hücrelerin ihtiyaçlarını nasıl biliyor? Bu hayret verici ve esrarengiz işler elbette en küçük noktaya kadar nüfuz eden bir İlahî kudreti gösterir. Alyuvarları ve kanın bütün hücrelerini, itaatkâr birer memur gibi çalıştıran, sonsuz kudret sahibi bir Allah olmasa, bu ince işler kendiliğinden olur mu?
Kan, aynı zamanda haşrin bir numunesidir. Doğanlar için yepyeni bir dünya, ölenlere de bir mezar…
Oksijen taşıyarak bir nevi hamal vazifesini gören alyuvarlar, elbette canlıdır. Meydana geldikten 120 gün sonra hayatlarını kaybederler. Sizin, göz kırpması kadar geçen an içinde, bir milyondan fazla alyuvar, ömürlerini tüketerek ölür. Aynı an içinde de, yenileri imal edilip vazife başına geçirilir.
Her ne kadar, bir fabrikadaki gibi imal tabirini kullandıysak da, her MFjj bir alyuvar, en kinadan daha karışık ve daha mükemmeldir. En mühimi, ha-yat sahibidir.
Meydana geldiği yerler, insanın ilikleridir. Bilhassa göğüs kemikleri, kafatası ve bel kemiği içindeki ilikler, alyuvar üretir. Tıbbın hayran kaldığı ve sırlarını anlayamadığı canlı alyuvarları ilikler nasıl üretir? Hem de, bir anda, milyonlarca alyuvara nasıl hayat verirler?
İnsan ömrü boyunca, bu kemiklerin meydana getirdiği alyuvar miktarı, yaklaşık olarak yarım ton kadardır. 120 günlük ömür süresinde, kalpten vücudun diğer yerlerine 75 bin kere yolculuk ederler.[image width=”medium”]
[/image]Kan, aynı zamanda nasıl bir haşir meydanıdır?
Haşir, ölülerin dirilip toplandığı yerdir. Vücudumuzda da ölüler dirilmiyor mu? Yediğimiz gıdaların hepsi ölüdür. Bir kısmı pişer, iyice ölür. Bir kısmını da çiğneyerek parçalarız. Fakat bunlar, vücudumuzda hayat bulur. Alyuvarlar gibi, bütün hücreler de canlıdır ve ölü gıdalardan meydana gelmiştir. İşte insan vücudu milyarlarca ölülerin dirildiği böyle bir haşir meydanıdır.