EyyamullahGünümüz AlimleriHizbullah Hakverdiİmam HumeyniŞafakta On Gün

Hizbullah HAKVERDİ’nin anlatımıyla İslam İnkılabı güneşi… 1.Bölüm

VEL’FECR; AND OLSUN FECRE!; AND OLSUN, ASRIMIZI AYDINLATAN İSLÂM İNKILABI GÜNEŞİNE…
Hizbullah HAKVERDİ’nin anlatımıyla İslam İnkılabı güneşinin üzerimize doğuşu…

Bu kısım DAVET Dergisi’nin Şubat 1990 sayısının 43-50 ve Mart 1990 sayısının 39-52 sayfalarında yer alan yazının ilk bölümüdür.

Kısa anlamı:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!

1) Andolsun fecre! (Cihanı aydınlatan, parlak şafak’a!..) 2) Ve Leyâlin aşr’e! (Bir arada, gelip geçen on geceye!)!.. 3) Hem Şefe (çift’e); hem vetr’e (tek’e)! 4) Gelip geçeceği dem’de (bilhassa, on gece’den, son) geceye!.. 5) Akıl sahibi (olanlar) için, bunların (ve bunların içerisinde, cereyan eden muhtelif ve acaib-harika olayların; ve bulunan unsurların) her biri, birer yemine değmez mi? 6) (Hem) görmedin mi, Rabbin nasıl yaptı Ad’a?! 7) (Hem de) ‘İmâd’ sahibi İrem’e?!.. 8- Ki O, beldeler içinde misli yaratılmamış (bir kavim) idi;.. 9) Ve vadi (ler)de kayaları (kesip) oyan Semud’e! 10) Ve ‘evtâd’ (kazıklar, güçlü ordular) sahibi Firavn’eL 11) Ki (bütün) Bunlar, memleketler(in) de tuğyanlık’ (azgınlık-taşkınlık) ederlerdi!.. 12) Ve oralarda fesadı (zulmü, katli ve küfrü) çoğaltmışlardı!… 13) Bundan dolayı, Rabbin de (o azgınların) üzerlerine bir azab kamçısı yağdınverdi!.. 14) Zira Rabbin, muhakkak ki (sürekli olarak) ‘Mirsad’ sahibidir! (herkesi ve her yaptıklarını rasad edip, gözetleyendir; ve ona göre de cezasını verendir!)! (El-Fecr 1-14)

Evet:

Kur’an-ı Kerimin, Fecr Suresi’ne âit şu asırdaki muhteşem “Şafakta On Gün (ve gece)” mucizesinin doğuşuna geçmeden önce, konuyla alâkalı bir ön bilgiye (mukaddimeye) ihtiyaç vardır. Ki, muhtemel şüphe ve vesveselerin nüksetmesine mahal kalmasın! Şöyle ki:

Malûm olduğu veçhiyle; Kur’an-ı Kerim,. -haşa- basit beşerî sözler ve kitaplar gibi mütalâa edilmemelidir. Her şey’den evvel, O’nun Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, hitabı ve kitabı olduğu, ilm-i ilâhîyi tazammun ettiği, ilm-i ilahînin de beşerî hafızalarla ihata edilemeyeceği (1) yakinen bilinmelidir. Ezel ile ebedi, bir ‘nokta’ gibi mütalaa ederek terennüm eden Kur’an-ı Kerim, kevnî ve beşerî hiçbir varlığı ve olayı ‘ilâhî nazarından’ asla hariç tutmamış, bilâ-istisnâ ‘herşeyi’ muhit ve mündemiç bulunmuştur. Onun için, Abdullah İbni Mes’ud (R.A.) gibi ‘ulema-yı Rasihun’dan olan bir sahabe, “Kur’an’da her şeye dair ilim indirilmiş ve her şey beyan edilmiştir.” (2) derken; Abdullah İbn-i Abbas gibi, bir Tercüman-ı Kur’an’ olan sahabe de (Allah-u Teâlâ Ondan razı olsun!). “Devemin bir ipi kaybolsa, (onu bile) herhalde (muhakkak bir surette) Kitabullah’da bulurdum!..” (3) demek suretiyle, Kur’an-ı Kerim’in ‘sonsuz ilmine’ ve nihayetsiz muhtevasına dikkat çekmişlerdir.

Gerek uslûb, i’câz ve belagat cihetiyle olsun, gerekse mefhum, muhteva, ulûm ve ihbarı gayb cihetiyle olsun, her yönden ‘mucize’ olan Kur’an-ı Kerim, yaş ve kuru her şeyi ihtiva etmekte, her nevi ulûmu ve hâdisâtı mutazammın bulunmaktadır. Evet; “Gaybın anahtarları O’nun (Allah’ın) katındadır. Onları ondan başkası asla bilmez. Karada ve denizde ne varsa, hepsini O bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane yaş ve kuru (hiçbir şey) müstesna olmamak üzere hepsi bir Kitabı Mübin’de (İlmi İlâhînin hâzine’si olan Kur’an-ı Kerim’de)dir.” (4); “…Biz O Kitab’da (Kur’an-ı Kerim’de) hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (5) Ayet-i Kerimeleri, konuyu açıkça ifade etmekte; Kur’an-ı Kerim’in mazi ve müstakbeli, ezel ve ebedi, yaş ve kuru (her şeyi) ihata ve ihtiva ettiğine dikkat çekmektedir.

Evet; “…Kur’an, şu kitabı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi. Ve âyât-ı tekvîniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin Tercüman-ı Ebedisi.. Ve şu âlemi gayb ve şehâdet kitabının müfessiri.. Ve zeminde ve gökde gizli Esmâ-i İlâhiyyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. Ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer-i hakâikin miftâhı.. Ve âlemi şahâdette, âlem-i gaybın lisânı… Ve şu âlem-i şahâdet perdesi arkasında olan, âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniyye… Ve Hitâbât-ı ezeliye-i Subhâniyyenin hâzinesi… Ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. Ve avâlim-i uhrevîyenin mukaddes haritası.. Ve Zât ve Sıfat ve Esma ve Şuûn-u İlâhiyyenin kavl-i şârihi, tefsiri vazıhı, burhan-ı katıı, tercüman-ı sâtıı.. Ve şu âlem- i insaniyetin mürebbîsi.. Ve insaniyet-i kübrâ olan İsiâmiyetin mâ ve ziyası.. Ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakiki mürşidi ve hadisi.. Ve insana hem bir Kitab-ı Şeriat, hem bir Kitab-ı Duâ, hem bir Kitab-ı Hikmet, hem bir Kitabı Ubudiyet, hem bir Kitab-ı Zikir, hem bir Kitab-ı Fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mahevîyesine merci’ olacak çok kitapları tazammun eden, tek cami bir Kitab-ı Mukaddes’tir!” (6).

“Hem bütün evliya ve sıddıkin ve urefâ ve muhakkikinin muhtelif meşreblerine ve ayn ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin ‘mezâkına’ lâyık ve o meşrebi tenvîr edecek ve her bir mesleğin ‘mesâkına’ muvafık ve onu tasvir edecek birer ‘risale’ ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir Kitab-ı Semavîdir!… Kur’an, bütün alemlerin Rabbi itibariyle Allah’ın kelâmıdır. Hem, bütün mevcudatın İlâhı unvanıyla Allah’ın fermanıdır!. Hem, bütün Semâvât ve Arzın Halikı nâmına bir hitabdır. Hem, Rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mukâlemedir. Hem, Saltanatı Amme-i Sübhaniyye hesabına bir hutbe-i ezeliye’dir. Hem, Rahmeti vâsiâ-i muhitâ nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmaniyye’dir. Hem, uluhiyyetin âzâmet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazen şifre bulunan bir muharebe mecmuâsı’dır. Hem, ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı azamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden Hikmet-feşân bir Kitab-ı Mukaddes’tir!…” (7)

Evet; baştan başa ‘mucize’ olan, hem zahir, hem de batın (derunî, sırlı) cephesi bulunan (8), ‘Zahiriyyun’un ve ‘Bâtıniyyun’un ‘ifrat ve tefrit1 çizgisinden müstağni olan (9) “Kur’an-ı Mu’ciz’ul-Beyan; mefâhimiyle, mana-yı sarihiyle ifade-i hakâik ettiği gibi; uslublarıyla, hey’atiyle çok mââni-i işâriyeyi dahi ifade ediyor. Her bir ayetin çok tabaka-i manaları var. Kur’an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüzi fikrî ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki manaya inhisar etmez!..” (10). Zira: Ezel ve Ebedin, arz ve semâvatın, madde ve mananın, dünya ve ahiretin Yüce Rabbi.. ve; ‘Zahir ve Batın; ve Halık-ı külli şey’ olan Allah-u Teâlâ’nın İlâhî kelâmının ve ilminin aciz beşerî akıl, idrâk ve hafızalarla ihata edilmesi ve sınırlandırılması mümkün değildir. Bundan dolayı, Kelamullah olan Kur’an-ı Kerim’e, her cihetten ‘mu’ciz’ül-Beyan unvanı verilmiş ve öyle olduğu da, ‘ehil’ (Râsihûn) olan zevat tarafından bil-fiil isbât edilmiştir… işte; bu cümleden olarak, her yönden ‘mu’cize’ olan Kur’an-ı Kerim ‘ihbâr-ı gayb’ cihetiyle de baştan başa bir ‘mu’cize abidesi’ olarak müşahede edilmektedir. Ki; Abdullah İbn-i Mes’ud (RA)’un “Kuran’da her şeye dair ilim indirilmiş ve her şey beyan edilmiştir.”; Abdullah ibn-i Abbas (R.A)’ın da “Devemin bir ipi kaybolsa, (onu bile) her halde (muhakkak bir surette) Kitabullah’da bulurdum.” dediklerini ve “Yaş ve kuru her şeyin, her ilmin Kuran’da olduğunu; Allah’ın kelamı ve ilmi olan Kur’an ilminin tükenmez bir karakter taşıdığını” beyan eden -ilgili ayetleri- (En’am:38,59; Lok-man:27; Kehf:109) az önce kaydetmiş, konuya -kısaca da olsa- dikkat çekmiştik.

Serdedilen bu hakâik muvacehesinde, ‘Râsihun’dan olan islâm ulemâsı zaman zaman Kur’anı Kerim’den İhbâr-ı gayb kabilinden mucizeler istinbât ve istihraç etmiş, yazılı ‘belgeler1 halinde sonraki nesillere bırakmışlardır. Meselâ:

a) Müslümanlar, henüz Mekke’de ‘müşriklerin’ tasallutu altında iken, devam eden İran-Rum (Bizans) savaşında, Mekkeli Müşrikler gibi semavî kitaba sahib bulunmayan ‘İranlıların’, ‘ehl-i kitab’ olan Rumlara galib gelmesi üzerine sevinen ve ‘işte, siz de bizim karşımızda aynı akibete düşeceksiniz!’ diyen Mekkeli müşriklere karşı ‘Er-Rum’ suresinin baş tarafları nazil olmuş; İranlıların mağlub, Rumların da galib geleceği’ şu şekilde beyan edilmiştir: “Elif Lâm Mim. (Evet) Rum(lar) mağlub oldu. (Hem de) yakın bir yerde! Halbuki onlar (Rumlar), bu yenilmelerinin ardından muhakkak (bir surette) galib gelecekler! (Hem de) ‘Bıd-ı Sinin’ (3 ile 9 yıl) içinde!.. Önünde ve sonunda emir Allah’ındır. (Rumların galib geldiği) o gün, mü’minler ferahlanacak, Allah’ın zafer vermesiyle… O, dilediğine yardım eder (zafer verir); O Aziz’dir, Rahim’dir…'(11). Bunun üzerine, Hazret-i Ebubekir (R.A). Müşriklerin ileri gelenlerinden olan Übeyy b. Halef ile 100 deve mukabili ‘bahse’ girmiş, mezkûr süre içerisinde (Bedir Zaferi esnasında) Rumların, Mecusî iranlı’lara ‘kesin galibiyeti’ üzerine, Hazret-i Ebubekir (R.A), Übeyyin haleflerinden bahse konu olan 100 deveyi almış, böylece Kur’an-ı Kerimin gaybî ihbarı ve ilâhî mu’cizesi gerçekleşmiştir. (12)… ”

b) Hudeybiye sulhundan dolayı, mahzun olan mü’minlere güç, nusret ve. beşaret vermek üzere nazil olan ‘el-feth’ suresi, birçok ‘ihbar-ı gayb’ kabilinden zaferleri-fetihleri tebşir etmiş, hepsi de kesin bir” surette gerçekleşmiştir. _ Örneğin; ‘Hudeybiye’ sulhunun ‘hezimet’ olduğunu zannedenleri “Biz hakikat sana (Hudeybiye musalehâsı ile) bir feth-i mübin (ap-açık bir fetih ve zafer yolu) açtık…” (Feth:1-10) ayeti tekzib etmiş; Hudeybiye’nin büyük fetihlerin başlangıcı ve kapısı olduğunu söylemiş ve dediği gibi de aynen çıkmıştır. Sonra; “Siz ganimetler almak (ve zaferle dönmek üzere, Hayber’e doğru) gittiğiniz vakit…” (El-Feth:15); “Allah size alacağınız daha birçok (zaferler neticesindeki) ganimetler de va’d etmiş, şimdilik bunu (Hayber ganimetini) size. peşin vermiş, insanların ellerini (de) sizden çekmiştir.” (El-Feth:20) Ayetleriyle de ‘Hayber Fethini ve benzerlerini müjdelemiş ve hepsi de aynen zuhur etmiştir. “Andolsun ki Allah, Resûlü’nün gördüğü rüyanın hak olduğun tastik etmiştir. İnşaallah, (hepiniz)- emniyet içinde, (kiminiz) başlarınızı traş ettirerek, (kiminiz saçlarınızı) kısaltarak-korkusuzca mutlaka (muzaffer bir şekilde) Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Fakat (Allah) sizin bilmediğinizi bildi de ondan önce yakın bir fetih yaptı (Mekke’nin fethinden önce Hayber fethini, ondan sonra da Mekke fethini sizlere müyesser kıldı). “(El-Feth:28) Ayet-i Kerimesi, Mekke ve Hayber Fethini kafi bir şekilde müjdelerken, “O, Peygamberini hidâyetle ve hak din ile gönderendir. (Bu da) Onu (İslâm’ı) diğer bütün dinler üzerine galib-kılmak için(dir). (Senin bu suretle gönderildiğine) tam şâhid olarak da Allah kâfi’dir! Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber bulunanlar da, kâfirlere karşı gayet şiddetlidir(ler)…” (EI-Feth:28-29) ayetleri ise; İslâm’ın cihan-şümul hakimiyetini ve şâir tüm dinler ve ideolojiler üzerine hükümran olacağını haber vermektedir. Ki, bunların tamamı zuhur etmiş ve etmeğe de devam etmektedir. (13).

Mekke’de nazil olan, ‘Yoksa Onlar, “Biz, intikam almaya muktedir bir cem’iyyetiz mi diyorlar? Yakında O (kâfir) cem’iyyet (topluluk) hezimete uğrayacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.” (Kamer:44-45) Ayet-i Kerimeleri ‘Bedir zaferini müjdelemiş (14); “Hani, Allah size iki taifeden birinin muhakkak sizin olduğunu va’d ediyordu…” (Enfal:7) Ayeti de aynı zaferi (Bediri) teyid ederek mü’minlerin gönüllerini ‘şâd’ eylemiştir. (15)…

“Allahın nusreti ve fetih gelince, sen de insanların fevc fevc Allah’ın dinine gireceklerini görünce…” (Nasr:1-2) ayetleri, keza çeşitli ülkelerin feth olunacağını, her kavimden insanların dalgalar halinde İslâm’a iltihak edeceklerini haber vermiş, haber verdiği gibi aynen zuhur etmiştir. (16); “Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere va’d etti ki: Onlardan öncekileri nasıl (yeryüzüne) halef kıldı ise, onları da yeryüzüne ‘halef kılacak ve onlar için beğendiği dini (İslâmı) temelli yerleştirecek ve korkularını emniyete tebdil edecektir…” (Nur:55) Ayet-i Kerimesi de, zincirleme İslâmî fetihleri ve zaferleri ihbar etmekte, müminleri ileri hedeflere sevk etmek gayesiyle müjdelemektedir. (17)

e) “…Onlara (o kâfirlere) dünyada ‘hızy’ (zillet ve rüsvâylık) vardır. Ahirette en büyük azab da onlaradır.” (Bakara:114) âyetinde geçen ‘hızy’den kasdın, İbn-i Cerir, Keşşaf ve Süddî gibi müfessirler tarafından İstanbul’un Fethi’ olduğu beyan edilmiş (18), asırlar sonra da bu ‘ihbar-ı gaybi gerçekleşerek, İstanbul fethedilmiştir. Ayrıca; Ebul-Hakem İbn-Berrecan (veya İ. Bircan) denen zât, “Elif Lam Mim; Ğulibet’ir-Rum…” (Rum: 1-5) ayet-i kerimelerinin ‘umumundan’ hâs ve hususî bir ‘ihbâr-ı gaybi’ daha istihraç etmiş; “Bu ayetlerin 583 hicri yılında ‘kudüs’ün )yeniden) feth edileceğini ihbar eylediğini”, yıl ve tarih vermek suretiyle, söylemiştir. (19) ibn-i Berrecan, 536 hicrî yılında vefat ettiği halde, kendinden tam 47 yıl sonra, hakikaten Kudüs şehri, haber verilen 583 yılında Selahaddin-i Eyyubî tarafından fethedilmiş, böylece Kur’an-ı Kerim’in ‘ihbar-ı gayblerinden’ biri daha gerçekleşmiştir.

f) Ünlü fakih el-‘lz B. Abdüsselâm merhum, Emîr’ül-Mü’minin imam-ı Ali’nin (Allah’ın selâmı üzerine olsun), “Ha, Mim! Ayin, Sin, Kaaf!..” (Şura: 1-2) ‘Huruf-u Makattaa’ olan ayetlerinden ‘Muaviye’ vak’asını istihraç ettiğini söylemiştir. (20).

g) Son asrın büyük İslâm Müceddidi Bediüzzaman Said-i Nursî Hz.leri de, bahis konusu ‘Feth’ Suresi’nin 27.,28., 29. ayet-i kerimelerinden feth-i Mekke ve Hayber’le birlikte, ayrı ayrı yedi nev’i ‘ihbarat-ı gaybiye’ daha istihraç ederken (21); “Allah’a ve peygambere itaat edenler, işte bunlar; Allah’ın kendilerine ni’met verdiği peygamberlerle ve sıddıklarla ve salihlerle beraberdirler. Bunlarsa, ne güzel (hâsüne) birer arkadaş(dır)!.” (Nisa:69) Ayet-i Kerimesinden de ‘Hulefa-yı erbaa’ ile ‘İmamı Hasan’ (R.Anhüm)ın keyfiyet-i hallerini, akibetlerini ve bizce, hadisle sabit olan ’30 yıllık hilafet’ devrini çıkarmıştır. (22)… Yine; Merhum Üstad, kendileri 1960 milâdî yılında vefat ettikleri halde, vefatlarından 10 yıl kadar önce yazdığı bir ‘Risâle’sinde, ‘Felak’ Suresi’nin 3. ayetinin “…Gasikin İzâ Vekab” kelimesinden; “1971 milâdi tarihinde, şimdi ekilen tohumlar sonucu, doğacak olan bir şerri ve ıslah olmamaları halinde dehşetli bir tokat yiyeceklerini…” kesin bir dille ve tarih vermek suretiyle ‘bir ihbâr-ı gaybi olarak istihraç etmiş (23); vefatından tam ‘onbir’ sene sonra, verdikleri haber, aynen çıkmıştır. Ki; deccâlî-süfyânî ve tağutî olarak ekilen o tohumların biribirleriyle ve ‘ekici mürtedlerle’ hesaplaşmaları hâlâ devam edip gitmektedir… Ve hâkezâ…

Alûsî gibi muhakkik bir müfessir; birçok ehl-i ilim ve irfanın Kur’an-ı Kerim’den pek çok ‘Muğâyyebat’ istihraç eylediklerini söylemiş (24); İsmail Hakkı Bursevî ise; “…bir kısım ulemânın kanaatine göre; hiçbir hadise yoktur ki, Allah’ın kitabında ‘ilm-i cifr (cefr)’ kaidelerine göre ona işaret edilmemiş olsun! Yalnız o işaretler, ancak ehil kimseler tarafından çözülebilir…” (25)demiştir. -Ki, pek çok müfessir ve ‘müstakim ulemâ da aynı kanâattedir. Aksini düşünmek ise, asla mümkün değildir. Zira, tarihî olaylar ve bil-fiil gerçekleşmiş bulunan Vakıalar bunun canlı şahidi durumundadır. Ki, muhalefet edenlerin-edecek olanların hiçbir ilmî gerekçeleri yoktur ve olamaz da!

Şu halde; Kur’an-ı Kerim’in Zâhir-Sârih anlamı yanında, İşârî, remzî, ihbarî, tevâfukî ve gaybî.. manaları da vardır ve ancak ‘ehil’ olan zevat tarafından bunlar anlaşılabilir. Ve; Tevâfukla işaretler, eğer münasebât-ı ma’neviyeye istinad etmezse ehemmiyeti azdır. Eğer, münâsebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir masadaki hükmünde olsa ve müstesna bir liyâkati bulunsa, o vakit tevâfuk ehemmiyetlidir. Ve O Kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan, o ferdin hususi bir surette dahil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delâlet hükmünde onu gösterir…”(26)…

İşte; yüce Kitabullah’ın bu kudsî hasiyeti ve hususiyeti (ezelden ebede., kadar, her şeyi ve tüm vukuatı ve hâdisâtı tazammun edişi) muvacehesinde meseleye baktığımız zaman; şu 20. asır gibi, tarihin ender kaydettiği en ‘câhil ve tağutî asırda;., yine çok ‘ender’ bir ihtişamla İran’ coğrafyasında zuhur eden, bir ‘Şems-i Taban’ gibi tefeccür ederek doğan ve ‘öz Muhammedî İslâm’ın bütün İlâhî ve lahûtî vasıflarını bünyesinde taşıyan İslâm İnkılabı’nın, Kur’an-ı Kerim’de çok büyük ve ‘mutena’ bir yerinin bulunduğunu ve bulunmasının lazım geldiğini daha iyi ve daha yakînen anlamış oluruz…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu