EyyamullahGünümüz AlimleriHizbullah HakverdiŞafakta On Gün

İran İslam Cumhuriyeti’nin Kuruluş Yıldönümünü Kutlarken… – Üstad Hizbullah HAKVERDİ

“Siz, insanlar için meydana çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz; insanlara ma’rufu emredersiniz ve (onları) münkerden de nehyedersiniz! Ve (siz), Allah’a inanırsınız…”(Bunları da, Allah’a olan imanınızın gereği olarak yaparsınız.) ”
(Al-i İmrân: 110)

İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞ YILDÖNÜMÜNÜ KUTLARKEN…

11 Şubat 1979’da İran coğrafyasında gerçek­leşen ve ‘Öz Muhammedi İslâm’ın bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan cihan-şümul İslâm İnkılâbı, İlâhî yapısı ve tabiatı gereği, plânlı-programlı bir şekilde hızla örgütlenmeye ve kurumlaşmaya başlamış; ilk olarak da ‘İran’ topraklarında İran İslâm Cumhuriyeti’ni vücuda getirmiştir.1 Nisan 1979 tarihinde kurulan İran İslâm Cum­huriyeti, Allah-u Teala’nın hükümlerini, ‘İran’ toprak­ları üzerinde yaşayan insanlara ‘bil-fîîl’ uygulama ve cihan-şumül İslâm Inkılabı’na ‘zarf’ ve ‘mahfaza’ olma misyonunu üstlenmiş; ‘asr-ı saadet’den son­ra, müslümanlar için ikinci bir ‘Medine’ ve ‘ümm’ül- kurâ’ ünvânını almıştır…

Adem Aleyhisselâm’dan, Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Ve sellem Efendimize ka­dar gelen bütün Peygamberlere gönderilmiş bulunan ve Allah’ın indinde yegâne din olan İslâm; İlâhî karakteri gereği, tarihin değişik dönemlerinde yer yer ‘İnkılabî’ fonksiyonlarını icrâ etmiş; son Nebi Resül-ü Ekrem (s.a.v.)’de ise, bu inkılâbî fonksiyonu, en mütekâmil seviyeye ulaşmıştır… Cihan-şümul inkılâbî bir özellikte ve en mütekâmil bir hüviyetle zu­hur ettiği ‘Hicaz’ bölgesinde, tedricen İlâhî hedefine doğru giden ve zıddı olan bütün dinleri ve ideolojileri bertaraf eden İslâm; Medine-i Münevvere’de teşkilâtlanarak, “cumhurî” nitelikli bir ‘devlet ve hükümet’ hâline gelmiştir. Ki, İslâm’ın “inkılâbî” vasfı, bunu ge­rektirir…

Evet.. İslâm’ın ‘inkılabî’ özelliği, giderek teşkilât­lanmayı, yani devletleşmeyi gerektirdiği gibi; “Sultan’en-nasirâ” (yardımcı güç ve kuvvet) hüviyetinde olan İslâmî devlet ve hükümet de, İslâm’ın ‘inkılabî’ vasfının korunmasının ve fonksiyonlarının sürekli­liğinin âmili, ‘zarfı’ ve ‘mahfazası’ durumunda olmaktadır. Onun için; İslâm İnkılabı ile İslâmî devlet ve hükümet, birbirinin ‘lâzım-ı gayr-i mufârıkı hüviye­tini taşımakta, birbirlerini gerekli kılmaktadır. Bundan dolayıdır ki; ‘asr-ı saadet’in gerçek İslâmî hükümeti ve devleti, Hazret-i Hasan (r.a.)’dan sonra inkırâza uğrayınca; İslâm’ın ‘külli’ nitelikli ‘inkılabî’ misyonu görülmez ve gerçek fonksiyonlarını icrâ edemez ol­muş; ‘İslâm’ın inkılabî’ vasfından uzak bulunan ‘melik-i adud’ların, adı İslâm olan iktidarları ve hükümet­leri de ‘gerçek İslâmî hükümet’ vasfını kazana­mamıştır…

İşte; çağımızda gerçekleşen muhteşem İslâm İnkılabı, netice verdiği İslâmî hükümet ile, sürekli­liğini korumuş; yeryüzünün tümünde Allah’ın hükümranlığını te’sis için İlâhî ve ezelî misyonunu icrâ etmeye başlamıştır. İran coğrafyası üzerinde tesis edilen ‘cumhurî’ nitelikli ‘İslâmî hükümet’i, inşaallah yakın bir gelecekte, diğer İslâmî hükümet­ler takip edecek; Allah-u Teala’nın yüce yardımıyla yeryüzünün büyük bir kesimi, belki de tümü İslâm’ın hükümranlığı altına girecektir…

Evet; “ve biz irâde ediyoruz ki; yeryüzünde mustaz’aflara (zayıf bırakılmış olanlara) lütfede­lim (de) onları (insanlara) imamlar kılalım ve (yeryüzüne) onları vâris kılalım!” (Kasas: 5) gibi.. ayet-i kerimelerle verilen İlâhî va’d ve müjde tahak­kuk edecek; ‘cihan-şümul İslâm İnkılabı’nın ekseni etrafında gerçekleşecek muhtelif İslâmî devletler, yeryüzünde İslâmî hakimiyetin simgesi haline gele­cektir. ‘İran İslâm Cumhuriyeti’ni inşaallah; ‘Afga­nistan İslâm Cumhuriyeti’, ‘Pakistan İslâm Cum­huriyeti’, ‘Azerbaycan İslâm Cumhuriyeti’, ‘Özbe­kistan İslâm Cumhuriyeti’ gibi.. her bölgeye ait ayrı ayrı İslâmî hükümetler takip edecek, bunların tümü bir araya gelerek, ‘Cemâhir-i müttehide-i İslâmîye’ (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) adıyla ‘tek İslâm devleti’ olarak vücut bulacaktır… Bu da, elbette dünya Müslümanlarının ortak çabaları ve bu yolda seferber olmasıyla gerçekleşecek; Allah-u Teala’nın yardımı ve rahmeti, Müslümanların bu cehd-ü gayreti neticesinde gelecektir. Ki; merhum İmam-ı Ümmet, vasiyetnamelerinde, Müslümanların bu İlâhî hedef doğrultusunda çaba ve gayret sarf etmelerini istemiş, Allah-u Teala’nın sonsuz yardımlarına dikkat çek­miştir…

Mâ’lum olduğu veçhiyle; İslâm Devleti’, İslâm’ın tedavülde olduğu, mütedavil bulunduğu ve yegâne geçerlilik kazandığı bir idare ve düzen anlamındadır. İslâm hükümeti; İslâm’ın hükmettiği, İslâmî hükümlerin geçerli olduğu İslâmî düzen ve yönetim demektir. ‘İslâm Cumhuriyeti’ ise; İslâm’ın, Müslümanların cumhuruna (kalabalık kesimine, top­lumuna, ezici çoğunluğuna) dayanmak suretiyle uy­gulandığı, “Onların işleri, aralarında şûrâ iledir.” (Şûra: 38); “iş hususunda onlarla istişâre et!” (Al-i İmran: 159) prensiplerinin hakim olduğu, Müslüman halkın sevdiği şahısların ‘yönetim’de bulunduğu; ta­hakküm ve tasallut üzerine kurulu bir yapıya, örneğin ‘monarşi’ye ve ‘oligarşi’ye yer verilmediği, “bir kav­min seyyidi, o kavme hizmet edendir” kaidesinin bil-fiil geçerlilik kazandığı İslâmî yönetim’ gibi., an­lamlara gelmektedir. Ki, bu üç terim; birbirlerinin müradifi olmakla beraber, daha ihtiyatlı ve daha salim olanı “İslâm Cumhuriyeti” adıdır ve İslâm’ın yapısıy­la daha tenasüb arz etmektedir.

Gerçi; hepsinde, hükümran olan sadece İslâm’dır ve İslâmî hükümlerdir; mütedavil olan ve geçerli görülen şey aynıdır. Fakat bazı kez olur ki, bunu, yani icrâ (yürütme) misyonunu bir kral ve sultan da üstle­nebilir ve bu ‘devlet’ ve ‘hükümet’ kavramlarıyla tezât teşkil etmeyebilir. Fakat; ‘cumhuriyet’ kavra­mında, bu tür bir ihtimalin bulunması mümkün değil­dir. Bundan dolayı da, ‘İslâm Cumhuriyeti’ kavramı, daha salim ve daha kapsamlı müsbet bir mana taşımaktadır. İşte; bu ve benzeri sâiklerden dolayıdır ki, cihan-şümul İslâm İnkılabı’nın, netice verdiği ilk İslâmî düzene, ‘İslâm Cumhuriyeti’ adı verilmiş; ha­rita üzerindeki yerinin belirlenmesi noktasında da, (üzerinde kurulduğu coğrafyanın adına izafeten) ‘İran İslâm Cumhuriyeti’ diye tersim ve tescil edil­miştir… Şu halde; bu kavramdan dolayı vâki olacak olan itirazların ve tenkidlerin hiç bir ilmî ve şer’î daya­nağı bulunmamakta, sadece indî ve keyfî mülahazalara dayanmaktadır…

Şu halde; dünya’nın değişik bölgelerinde (Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla) kurulacak olan bu ayrı ayrı İslâmî Cumhuriyetlerin, tabiatıyla ayrı ayrı mahallî ‘anayasaları’ olacak; her birinin resmî dili, mahallî- kendi dilleri olacak. Resmî ‘cumhuriyetin’ cumhur­başkanı, (belki de hükümet üyeleri), o coğrafya Müslümanlarından seçilecektir. Örneğin; ‘Pakistan İslâm Cumhuriyeti’nin resmî dili ‘Urduca’, resmî mezhebi ‘Hanefî’, Cumhurbaşkanları da ‘Pakistanlı’ olacaktır. ‘Özbekistan İslâm Cumhuriyeti’ vesaireler için de, keza aynı durum söz konusu olacak, o coğrafya halkının dili; mahallî ‘resmî dil’; mezhepleri ise, ‘resmî mezhep’, Cumhurbaşkanları da, o bölge halkının içinden çıkacaktır. Bu cumhuriyetlerin mey­dana getireceği ‘Dünya İslâm Cumhuriyetleri’ veya ‘Birleşik İslâm Cumhuriyetleri’ne ait ‘umumî (fede­ral) anayasa’ elbette ayrı olacak; ‘İmam’ın (rehber’in; mezhebi ve coğrafyası ise, asla söz konusu olmaya­cak Kur’an dili, ‘umumî resmi dil’ hüviyetine gelecek; ‘tek ordu’ ve ‘tek merkezî otorite’ esas alınacaktır. ‘İran İslâm Cumhuriyeti’nin anayasasında, resmî di­lin ‘Farsça’, resmî mezhebin ‘İsnî aşerîyye’ (Câ’ferîyye) ve Cumhurbaşkanının ‘İran asıllı’ kayıtlarının bulunması, ‘Rehber’ için böyle şartların-kayıtların bu­lunmaması, işte izah edilen bu gerçeklerden kaynak­lanmaktadır. “el-hükmü lil-ekser’ (hüküm çoğun­luğa göre verilir) kâidesi buna mesned olmakta; in­san fıtrâtı ise, bunu gerekli kılmaktadır. Ki; “Allah-u Teala, peygamberleri de kendi kavmi arasından çıkarmakta ve kendi kavminin dilleri ile gönder­mektedir.” (Bakınız; Bakara: 54; Mâide: 20; En’am: 80, 83,135; A’raf: 59-61, 65-68, 73, 75, 80-83, 85, 94; İbrahim: 5; İlaahir…) Ve; böylece, Kur’an-ı Kerim, Müslümanlara, bu konuda apaçık bir yol ve usûl göstermektedir…

Allah-u Teâlâ’nın indinde yegâne din olan, baştan başa ‘adaleti’ temsil eden İslâm; insanlık hayatını idare etmesi, toplum hayatını huzura ve saadete ka­vuşturması için Allah-u Teala tarafından gönderilmiş ilâhî hükümler ve kanunlar manzumesidir. O Yüce di­nin, yer yüzünün tüm bölgelerinde ‘hakim’ kılınması için çaba sarf etmeleri, İslâm’ın zıddı olan tüm ideolo­jilerin bertaraf edilmesi hususunda büyük bir cehd-ü gayret içerisine girmeleri, dünya Müslümanlarının en önde gelen aslî ve imanı vazifeleridir… Müslüman­ların da, tüm insanların da kurtuluşu buna bağlıdır…

Müslümanlar, yeryüzünde İslâm’ın canlı timsali, bekçisi, Allah-u Teala’nın ve İlâhî nizamın mücessem ayetleri ve şahitleri hükmündedir ve, İlâhî adaleti ve şehâdeti, gerçek anlamıyla ifâ etme zorunluluğu ite karşı karşıyadır.

“Ey İman edenler! Allah için daima doğru hükmedin; adalete tam uygun şahitlikte bulu­nun!..” (Mâide: 8); “…Eğer hükmedersen, araların­da adaletle hükmet! Şüphe yok ki Allah, adaletle hükmedenleri sever.” (Mâide: 42); “Siz, insanlar için meydana çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz; in­sanlara marufu emredersiniz ve (onları) münkerden de nehyedersiniz! Ve (siz), Allah’a inanırsı­nız… (Bunları da, Allah’a olan imanınızın gereği ola­rak yaparsınız.)…” (Al-i imran: 110)

“Ve Sana da, önceki kitabı tasdik eden ve ona, emin bir tanık olan kitabı (Kur’anı), hakk olarak in­dirdik. Artık aralarında, Allah’ın indirdiğine (hükümlerine) göre hüküm ver ve sana gelen gerçek(hükümler)den dönüp onların isteklerine uy­ma! Sizden her birinize bir şeriât, bir yol tayin ettik ve Allah dileseydi sizi tek ümmet yapardı; fakat si­ze verdiği hükümler hususunda sizi ibtilâ (imti­han) etmektedir. (O halde) siz de, artık hayırlı işler­de yarışın! Ve hepiniz Allah’a rücu edeceksiniz; (O da) haklarında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (Mâide: 48)…

“Şüphe yok ki Allah, emanetleri ehline verme­nizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten de Allah, size güzel de öğüt (ve nasihat) ediyor. Şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, görür.” (Nisa: 58); “Ey iman edenler! Allah için daima adaleti tam yerine getirin ve şahitliği o yolda yapın; eğer nefsinizin veya valideyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de olsa! Hatta zengin veya fakir de olsa (adaleti tam tatbik edin, ayırım yapmayın!), çünkü Allah, ikisine de sizden ziyade sahiptir, (gerekirse) onları sizden daha fazla korur ve siz, adaleti icra ederken, nef­sinizin dileğine uymayın! Bir tarafı gözeterek hüküm verir yahut birinden yüz çevirirseniz, bilin ki Allah şüphe yok, yaptıklarınızın hepsinden ha­berdardır.” (Nisa: 135); “Yarattıklarımızdan (öyle) bir topluluk var ki, halkı gerçeğe irşâd eder ve ger­çek olarak adaletle muamelede bulunur.” (A’raf: 181)… gibi, pek çok ayetler, mutlak hakk adalet ve iyilik olan İslâm’ın ve İlâhî hükümlerinin uygulan­masını ve İnsanlar arasında onunla muâmele edilme­sini emretmekte, bunu tüm iman eden Müslümanlara ilâhî bir görev olarak vermektedir…

Tabîî ki, bütün bunların gerçekleşmesi için, İslâm’ın cihan-şümul ‘inkılabı’ misyonuna işlerlik kazandırmak ve bunun neticesi olarak İslâmî, devlet ve hükümet olarak hâkim kılmak gerekir. Zira; İslâmî devletin ve hükümetin, icra ve infaz edici gücü ol­mayınca, mutlak adalet olan İlâhî hükümlerin tatbiki mümkün değildir. İşte; İslâm İnkılabı’nın gerçek­leşmesinden sonra, ‘İran İslâm Cumhuriyeti’, bu İlâhî ve İslâmî gereklilik neticesinde kurulmuş, tarihî, İlâhî Nebevî misyonunu ifâ’ya başlamıştır… Cihan­şümul İslâm İnkılabı’nın İlâhî tesiri ile parçalanan emperyalist dünya yıkılmaya; hakkın, ‘sultan’en- nâsirâ’ hüviyetiyle zuhurundan-sonra, bâtıl düzenler zâil olmaya; dünyanın değişik bölgelerinde kurulacak olan, değişik ‘İslâm Cumhuriyetlerimin alâmetleri görülmeye; ve ‘cemâhir-i müttehide-i islâmiyye’ye doğru yol alınmaya başlamış, kısaca; “İslâm Çağı”nın nurânî kapısı, artık açılmıştır.

Emperyalist güçlerin ve uşaklarının kudurmuşluğu artık fayda vermeyecek, ‘bağımsızlık’ ve ‘hürriyet’ dalgalarını durdurmaya güçleri yetmeye­cek; bu gidiş, yegane hürriyet, İzzet, adalet, huzur ve saadet nizamı oları İslâm’ın, cihan-şümul hakimiyeti­ni netice verecektir, inşaallah… İnananlara ve tüm mustaz’af insanlığa, başlayan bu ilâhî “İslâm çağı” kutlu olsun!..

Not: Üstad Hizbullah HAKVERDİ tarafından kaleme alınan bu yazı DAVET Dergisi’nin Nisan 1990 sayında yayınlanmıştır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu