İYİMSER VE KARAMSAR
[image width=”medium”][/image]Bir zamanlar bir ülkede yaşayan iki adam varmış.
Bu iki adam, aynı günlerde bir yolculuğa çıkmışlar.
Hem eğlenmek, hem de ticaret yapmak istiyorlarmış.
Ama bu iki adamın birbirlerinden önemli bir farklılığı varmış.
Çünkü birisi varlıkların yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a inanıyor, diğeri ise inanmıyormuş.
İnançlı olan bir yöne, inançsız olan da diğer bir yöne gitmiş.
İnançsız adam bencilmiş. Yani sadece kendisini düşünür, başkalarına hiç değer vermezmiş.
Üstelik çok da karamsar bir kişiymiş.
Her olayı kötüye yorar, sürekli olumsuz ve üzücü şeylerden söz edermiş.
Zaten, kötümserlik inançsızlığın bir özelliği değim miymiş!
Yolculuğu esnasında bu inançsız adamın yolu bir memlekete düşmüş.
Çok kötü bir yermiş burası.
İnsanlara kötülük ve eziyet eden birçok zalim ve zorba adam varmış burada.
Bunlar güçsüz ve zavallı kimselere sürekli olarak işkence ediyorlarmış.
O zavallıların elinden de ağlayıp sızlamaktan başka bir şey gelmiyormuş.
İnançsız adam, gezdiği her yerde hep bu türden çok üzücü ve korkunç durumlar görmüş.
Bütün ülke bir yas yeriymiş adeta.
Her tarafta pek çok cenaze ve ümitsizce ağlaşıp duran öksüz-yetim çocuklar varmış.
Gördükleri o kişiyi çok etkiliyor, vicdanı sürekli acı çekiyormuş.
O acıları hissetmemek için, hemen o üzücü ortamı terk ediyormuş.
Fakat nereye giderse gitsin, hep aynı şeylerle karşılaşıyormuş.
Bu durumdan kurtulmak için çok uğraşmış.
Ama uğraşması boşunaymış.
Sonunda içki içip sarhoş olmaktan başka bir çare bulamamış.
İnançlı olan diğer adam, güzel ahlaklı, alçak gönüllü bir kimseymiş.
Yani sadece kendisini düşünmez, başkalarına da değer verirmiş.
Ayrıca iyimser bir kişiymiş de. Her şeyin iyi yönlerine bakar, sadece güzel ve mutluluk verici şeylerden söz edermiş.
Zaten, iyimserlik de inancın bir özelliği değil miymiş!
İnançlı adam, yolculuğu esnasında çok güzel bir memlekete rast gelmiş.
Burada büyük şenlikler yapıldığını görmüş.
Her tarafta sevinçli insanlar varmış.
Bunlar büyük bir mutluluk içindeymiş.
Buradaki herkes ona sanki dostu ve akrabası gibi görünüyormuş.
Bu inançlı ve iyimser adam hem kendisinin, hem de başkalarının sevinciyle mutlu oluyormuş.
Öte yandan seyahati esnasında çok karlı alışverişler de yapmış.
Ayrıca yaşayıp gördüğü bütün bu güzellikler için Allah’a şükretmeyi de unutmamış.
“Bu kadar yeter. Artık memleketime döneyim!” diye düşünmüş.
Dönmeye karar vermiş.
Hazırlanıp yola koyulmuş.
İyimser adam dönüş yolunda ilerlerken bir yere geldiğinde, kötümser adamla karşılaşmış.
Adamın durumunun çok kötü görünüyormuş.
Bir sure konuşup sohbet etmişler.
İnançlı adam diğerine, niçin böyle bir durumda olduğunu sormuş.
İnançsız adam da bütün yaşadıklarını bir bir anlatmış.
İnançlı adam meseleyi anlamış.
Diğerine:
“Arkadaş! Senin gezdiğin yerleri ben de gezip gördüm. Hiç de öyle bir durum yoktu.
“Halbuki sen deli de değilsin! Niçin böyle davranıp kendine işkence ettin?
“Aslında bütün gördüklerin senin kafandaki yanlış düşüncelerin dışa yansımasından başka bir şey değil.
“Bunun için olanları başka şekilde görmüşsün.
“Sen mutluluğu üzüntü, gülmeyi ağlama sanıyorsun.”
“Aklını başına al, kalbini temizle!
“Böylece bu karanlık perde gözünden kalksın da, gerçeği görebilesin!
“Çünkü biz burada sonsuz derecede adaletli, merhametli, kudretli, şefkatli bir hükümdarla karşı karşıyayız.
“Onun memleketi, senin kuruntularının gösterdiği şekilde olamaz.
“Zaten öyle de değil!” demiş.
Bunları duyunca bir anda o zavallı adamın aklı başına gelmiş.
“Evet, galiba ben gerçekten de deli olmuşum.
“Yaptıklarım hiç de akıllıca şeyler değilmiş.” demiş.
Sonra da:
“Sevgili dostum! Beni böyle cehennem gibi bir ortamdan kurtardın.
“Bunun için sana çok teşekkür ederim. Allah senden razı olsun!” demiş.
Bu masalın bir de gerçek anlamı vardır.
Biz şimdi de ona bakalım:
Önceki adam, bütün varlıkların yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ı tanımayan bir kimsedir.
Onun için bir çok kötülük yapıp pek çok günah işlemiştir.
Bu sebeple her şey onun gözüne olduğundan başka görünür.
Onun gözüyle bakıldığında, bu dünya hiç kimsenin zevk almadığı, herkesin üzüntü içinde yaşadığı bir yerdir.
Bütün canlılar sevdiklerinden ayrılmış ve yok oluşun acısıyla ağlayan yetim çocuklara benzer.
Hayvanlar ve insanlar, adına “ölüm” denen bir canavarın pençesiyle parçalanan kimsesiz zavallılardır adeta.
Dağ, deniz gibi büyük varlıklar; ruhsuz, korkunç birer cenazedir.
İşte onu bunlar gibi inançsızlığın getirdiği daha pek çok kötü düşünce ve kabus rahatsız etmiştir.
Diğer adam ise, inançlıdır.
Allah’ı tanımakta, varlığını ve gücünü kabul etmektedir.
Onun inancı da gerçeği görmesine yardım eder.
Karamsar adamın aksine her şey onun gözüne güzel görünmektedir.
Şu yaşadığımız dünya, varlıklar için bir eğitim alanı, bir sınav salonu ve bir ibadet yeridir.
Çok acı görünen ölümler ise, adeta bir dersin veya sınavın bitişi gibidir.
Hayattaki görevlerini bitirenler, bu geçici dünyadan sonsuzluk alemine göçerler.
Böylelikle okulda veya askerlikte olduğu gibi eskiler işlerini bitirip yeni gelenlere yer açmış olurlar.
Doğumlar da yeni grupların görev başı yapması demektir.
Aslında bütün canlılar, görevli birer memur ve askerdir.
İşitilen birtakım sesler ise, varlıkların görevlerini neşe içinde yaparken çıkardıkları seslerdir.
Onlar aynı zamanda çıkardıkları bu seslerle yaratıcılarına teşekkür de etmiş olurlar.
O inançlı kişiye göre her bir varlık, Allah’ın görevlendirdiği sevimli bir dosttur.
Aynı zamanda her bir varlık, içinde pek çok bilime ait çok önemli sırların ve formüllerin bulunduğu son derece ilgi çekici birer kitaptır.
Hikâyeler risalesi nur dan alıntı çok güzel