Hz.Muhammed’in Hayatı – 9
Değerli arkadaşlar, geçen hafta anlattığım Uhud Savaşı müminler için ibret doluydu.Yüce Allah Bakara suresi 143.ayette müminleri vasat bir ümmet kıldığını söylüyor.Yani müminler orta halli, ifratla tefrit arasında, itidalini koruyan istikrarlı insanlardır.Onlar her türlü şartlar altında bir olan Allah’ın ipine sarıldıkları sürece asla bozguna uğramayacaklar. Rabbimiz Ali İmran suresi139. ayette
“Gevşemeyin! Üzülmeyin! İnanmışsanız mutlaka en üstünsünüz!. Diyerek bizi güçlendiriyor. Ve iman edenler için başarısızlığın asla söz konusu olmayacağını söylüyor. Peki Uhud savaşında müminler neden başarısızlığa uğradılar? Oysa Allah’ın yardımı hep müminlerden yanadır…
müminler bedir savaşında Allah’ın yardımıyla olan üstün bir zafere imzalarını attılar. Uhud savaşında ise zafer onlar için sürpriz olmayacaktı. Bu nedenle okçular hz. Muhammed’in nasihatını unutup yerlerinden fırlayıp ganimet toplamaya başladılar. Sözün özü itidallerini koruyamayıp tedbiri elden bıraktılar. Mümin Allah’ın ipine sımsıkı sarıldığında mutlak üstün geleceğini bilir. Ancak asla gevşememelidir. Uhud savaşındaki yenilgi müminlere bu altın kuralı öğretti. Yüce Allah Rab sıfatıyla kullarına hatalarını gösterip onları terbiye etti. Müminleri affedip savaşın sonucunu müminlerin lehine çevirdi. Zira Mekkeli müşrikler zafer sarhoşluğuyla Mekke’ye dönmeseler biraz daha bastırsalar yada Medine’ye gidip kadınları, çocukları, ilim öğrenmek için savaşa katılmayanlara saldırıp perişan etselerdi…… Yüce Allah Mekkeli müşrikleri hep bekledikleri bu fırsatı onlara unutturdu. Ta ki Mekke’ye vardıklarında akıl ettiler ancak iş işten geçti.
Uhud savaşından sonra peygamber efendimize sosyal ve ailevi problemleri ortadan kaldıracak ahkam ayetler vahye edildi. Alkollü içki, kumar ve falcılık gibi insanlar için hiçbir getirisi olmayan, topluma hep zarar veren çirkin alışkanlıklar yasaklandı. Alkollü içkiyi yasaklayan ayet vahye edildiği gün; sahabe mahzenlerindeki alkollü içkinin tamamını Medine sokaklarına döktü. Neden? Niçin? Acaba bir bardak daha içip sonramı döksem? Keşke……. hiç biri düşünülmedi, Allah’dan gelen emre herkes boyun eğip teslim oldu.
Uhud savaşından sonra tam bir yıl geçmişti. Ebu Sufyan savaştan “bir yıl sonra bedirde buluşuruz” diyerek ayrılmıştı.
Hz peygamber 1500 kişiyle geldiği bedirde günlerce Ebu sufyanı bekledi. Gelirken ticaret mallarını da getirmelerini tavsiye etti, müminler iyi bir alışveriş yapmış maddi ve manevi kâr ile Medine’ye dönmüş oldular.
Ebu Sufyan ise toplayabildiği 2000 kişiyle, yolun yarısına kadar geldi. Sonra havaların kurak gittiğini, hayvanların yemini bile bulmakta güçlük çektiklerini anlattığı bir konuşmayı “ben geri dönüyorum sizde dönün” diyerek bitirdi.
Ebu sufyan Mekke’ye gururla dönmemiş, kimse onun bu davranışını hoş karşılamamıştı. Mutlaka bu haysiyet kırıcı olay tamir edilmeliydi.
Geniş bir faaliyet başladı. Tam 10.000 kişiden oluşan bir ordu hazırlandı. Bu defa kesin sonuç alınmadan dönülmeyecekti.
Bu ne kin, bu ne azgınlık….. insanlar yüce Allah’ın bize gösterdiği hak yoldan ayrılınca bu kadar zalim ve gaddar olabiliyordu.
Mekkeli gayri Müslimler; müminlerle alay ettiler. İşkence ettiler. Daha olmadı, öldürmeye kalkıştılar. Müminler canlarını kurtarmak, Müslüman olarak yaşayabilmek için hicret etmek zorunda kaldılar. Mekke’de terk edilen, müminlerin evleri eşyaları yağma edildi, satılıp geliri müminlerle savaşmak için, savaş gereçleri alındı. Bedir savaşı, uhud savaşı da bu azgın saldırgan insanları rahatlatmadı. Kendilerine hiçbir zararı dokunmayan “Rabbimiz Allah dır deyip Müslüman olarak yaşamaktan başka bir gaye taşımayan” müminlerin, kendilerinden Kilometrelerce uzakta yaşamasından bile rahatsız olundu.
Bu nasıl ruh durumudur ki anlayamam: demek ki insan hak yoldan ayrılıp batılın çamurlu çukurlarında debelenirken, bütün insani vasıflarından da arınıyor. Enfal suresi 55. ayetinde olduğu gibi: “Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz küfre sapanlardır.”
Gerçektende yer yüzünde en vahşi hayvanlar bile karnı tok olunca, kendisine zarar vermeyen hiçbir canlıya saldırmaz.
Bu kafirlere ne oluyor ki; her gürültüyü aleyhlerine sanıp saldırıya geçiyorlar.
Bu kafirlere ne oluyor ki; Müslümanların çevresine zarar vermeyen, kendi inançlarını özgürce yaşamaktan başka arzularının olmadığını, adları gibi iyi bildikleri halde, “Müslüman kimliklerinden” bu kadar rahatsız oluyorlar.
Bu kafirlere ne oluyor ki; kendilerine ve çevrelerine bu kadar zulmediyorlar. Ve bu kafirler şunu çok iyi bilmeliler ki:
Tevbe suresi 32. ayetteki gibi:
“Kafirler Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kafirler hoşlanmasalar bile Allah öyle istemiyor, O şüphesiz nurunu tamamlamayı diliyor.”